22 Haziran 2012 Cuma

When Harry Met Sally...


Bir zamanlar Meg Ryan diye bir aktrist vardı...Bugünlerde bu cümle bir çok kişi tarafından sarf edilir oldu oysa 10-12 yıl önce Meg Ryan dönemin en populer aktristlerinden biriydi fakat ne yazik ki kariyerinin gidişatına yönelik hakimiyeti pekte başarılı olamadı sanırım bu yüzden artık B-sınıf filmlerin bir zamanlar çok ünlü olan aktristti diye anılıyor.Meg Ryan'ı 80lerin sonu 2000lerin başına kadar bu kadar başarılı kılan ne diye sorarsak kuşkusuz çok sevilen romantik komedileri cevabını alırız.Gerçektende Meg Ryan bir dönem çok sevilen ve tutulan bir çok romantik komediye imza attı.Tom Hanks ile mükemmel uyumu yakaladıkları Sleepless in Seattle , You've Got Mail , Kevin Kline ile French Kiss , ülkemizde de çok sevilen romantik dram City of Angels gibi...Fakat filmografisinin en nadide işlerinden biri When Harry Met Sally oldu , Rob Reiner'ın Nora Ephron'nun senaryosuna çektiği bu film 90ların Pretty Woman ile beraber en önemli romantik-komedilerinden biri oldu.Pretty Woman nasıl bir peri masalı hikayesiyse When Harry Met Sally o kadar gerçekçi bir şehir komedisiydi.


Reiner When Harry Met Sally de bir ilişkiler analizliğine soyunuyor öyle ki hikaye Harry ve Sally 'nin kısa dönemde olan birlikteliğine değil de ilk tanışmalarından 40lı yaşılarına varasıya kadar devam eden zamanı temel alıyor böylece hem ilişkilerinin sürecini daha iyi anlıyor hemde film süresince geçirdikleri değişimi görebiliyoruz tabi Reiner'ın analizliğinin en somut örneği ise Harry ve Sally'nin hikayesi boyunca ara sahnelerde izlediğimiz yaşlı çiftlerin hikayeleri bu yolla bariz bir şekilde Harry'nin ve Sally'nin değil tüm kadın/erkeklerin problemleri diyor.Filmin en güçlü yanı elbette zeki diyalogları çoğu filmde gördüğümüz üzre klişe laflar yerine gayet somut zeki tespitler yapan karakterler izliyoruz (özellikle Crystal'ın Harry'si) aradaki duygusallıktan çok realizme önem veren taraf belkide bu kadar güzel kılan.Sonunda yine türün kaçınılmazı olan duygu işin içine giriyor fakat zaten karşımızda duran bir romantik-komedi bir belgesel değil.Biraz daha realistik tarafını anarsak başrol için Billy Crystal gibi bir isim seçmek bile bunun örneklerinden çünkü Crysal'ın gayet sıradan ve çoğu filmde gördüğümüz o ulaşılmaz jön tipiyle alaksı yok bu yönden ve zeki cevaplılığıyla biraz Woody Allen variydi sanki?

Neyse son söz olarak son dönemde izlediğimiz gayet kötü romantik-komedileri izlemek yerine When Harry Met Sally gibi bir klasiği izlemek daha akıllıca bir tercih olacaktır.

90/100

16 Nisan 2012 Pazartesi

Magnolia (1999)


Birçok yönetmeni ve oyuncuyu beğenebiliriz ama hepimizin kişisel olarak çok sevdiği ve diğerlerinde ayrı tuttuğu isimler vardır. Benim için de böyle 2-3 isim var yönetmen anlamında ve bunlardan biri tabi ki Paul Thomas Anderson...Tarantino,Fincher,Nolan,Aronofsky vb. bir sürü yönetmen evet hepsine hastayız hepsine bayılıyoruz , bir çok yerde Nolan fanları , tarantino hastaları film severlerle de karşılaşıyoruz fakat çok takdir edilsede hala P.T. Anderson'ın hakkı populerite anlamında verilmiş bir yönetmen değil hoş ister miyim?Hayır bırakın bu adamı gerçekten bilenler bilsin...



Neyse konuya geçersek Magnolia benim ilk izlediğim P.T Anderson filmiydi ilk izlediğim zamanı düşündüğümde neredeyse filmle ilgili hiç bir şey hatırlamadığımı fark ettim yaş itibariylede o zamanlar sadece bu 3 saatlik filmi bitirebilmiş olmam bile bana mutluluk veriyordu.Fakat bugün izlediğim de tabi ki film çok daha etkileyici ve unutulmaz geldi.Manolya her biri ayrı ayrı film olma niteliği taşıyan 5-6 hikayeden oluşuyor , film boyunca 8-9 karakteri ve bu öyküleri ayrı ayrı takip ediyoruz tabi ki bunlar adeta manolyanın her bir yaprığını oluşturuyor biz ise bütüne bakma şansına sahibiz.Genelde yazdığım eleştirileri düşündükçe izlediğim filmlerde ısrarla alt metinlere bakılmasını ve tek bir şeyden ziyade bir çok şeyin anlatıldığını vurgulamışım.Manolya da durum farklı değil zira 5-6 öykülü çok karakterli bir filmin elbette söyleyecek bir çok şeyi olmalı ama bunun sunuluşu size verilişi öylesine ustaca ve etkileyici ki işte bu yüzden P.T Anderson'ı anlatarak başlamak istedim çünkü filmin hikayesi de yine ona ait.
Konuya girip şu şuydu bu böyle demek yerine filmden bir kaç alıntı yapmak yeterli olur gibi geliyor..



"Bizim geçmişle işimiz bitmiş olabilir,ama geçmişin bizimle işi bitmemiştir."

"Neyi affedebiliriz?Bu zor! İnsan olmanın zorluğu."

Babası tarafından annesi hastayken terk edilen Frank , eşine duyduğu sadakat , aşk o son dakikalarını yaşarken aklına gelen Linda , babasının adeta bir yarış atı gibi gördüğü dahi çocuk Stanley ve belki onun 30 yıl sonraki hali olan Donnie Smith , Phil , Jimmy , Earl Partridge ve saymadığım diğer karakterler hepsi çok iyi yazılmış ve oynanmıştı.

92
/100

Not : Julianne Moore ve Philip Seymour Hoffman'a olan sevgimi hatırlatmayı borç bilirim ve birde verin artık şu Julianne Moore'a bir oscar!

10 Nisan 2012 Salı

Shame (2011)


Merhabalar uzun uzun zamandır blog'a uğrayıp yazı yazamıyordum ama çok sevgili bir arkadaşımın artık güncelle şu blogu bir şeyler karala demesinden sonra kayıtsız kalamadım.Uzun bir aradan sonra ilk eleştiri yazısı Shame filmine nasip oldu.Steve McQueen bir çok sinema severin Hunger filmiyle takibe aldığı bir yönetmendi aynı filmin başrol oyuncusu Michael Fassbender ile Shame filmiyle tekrar bir araya gelmeleri bir çok açıdan Shame için umut verici bir haberdi.Nitekim bu ikili izleyicileri hiç şaşırtmadan çok başarılı bir filme daha imza attılar.


Shame 30lu yaşlarda New York'ta tek başına yaşıyan Brandon'ı konu alıyor.Brandon iş hayatı gayet yerinde giden ekonomik anlamda da problem yaşamayan bir karakter ama asıl olay oldukça yoğun bir cinsel hayatının olması hatta bunun hastalık boyutlarına varması iş hayatında , günlük yaşantısında bütün yönelimi bu yönde olan biri fakat kız kardeşi Sissy'nin Brandon'ın hayatına dahil olmasıyla bu düzen bir anlamda sekteye uğruyor ve olanları Brandon ile beraber bizde çözmeye çalışıyoruz.

Doğrusu Shame bir çok anlamda çok etkileyici bir film ve bence en güçlü yanıda hikayeyi nereye çekeceğini izleyiciye bırakması. Brandon Sissy de aileyi , ahlakı belkide hep sorumluluk sahibi olduğundan dem vurduğu halde gerçek sorumluluğun ne demek olduğunu buluyor yada yaşadığın hayatın ne olduğunu Sissy bir ayna gibi onun yüzüne yansıtıyor.Shame hakkında hepimiz kendi çıkarımlarımızı yapabiliriz bunlar homoseksüellikten tutunda aile kavramına , evlilikten yalnızlığın verdiği özgürlüğe kadar onlarca şey olabilir.En iyisi 60larda bir müzisyenin hayatına sahip olmak isteyen bu adamın hayatına bir göz atmanız...

83/100

not: Michael Fassbender hollywoodun yeni gözdesi bu ilgiyi de sonuna kadar hakediyor kendisi takip edenler Fish Tank yada Inglourious Basterds da bunu zaten görmüştü gelecek projelerini sabırsızlıkla bekliyoruz ...

2 Ekim 2011 Pazar

Secrets & Lies (1996)



Sırlar ve yalanlar.

Hepimiz acı içindeyiz.
Niye acımızı paylaşamıyoruz?
Tüm hayatımı insanları mutlu etmeye çalışarak geçirdim.
Ve en sevdiğim üç kişi birbirinden nefret ediyor!
Arada kalan benim ve artık buna dayanamıyorum!

92/100

Mike Leigh ve filmleri bana sinemayı niye sevdiğimi her defasında hatırlatmaya devam ediyor.Secrets&Lies keşfetmekte oldukça geç kalsamda yinede izlemeyi başarıdığım için beni çok mutlu etti.Herşeyiyle harika bir filmdi iyi ki varsın Mike Leigh!

p.s Mike Leigh sineması bende hep bu film benim yapacağim filmdi hissi uyandıyor!

16 Şubat 2011 Çarşamba

Jules et Jim (1962)


bana "seni seviyorum" dedin.
ben sana "bekle" dedim.
"al beni" diyecektim.
sen bana "git" dedin.

üzerine tonlarca şey yazılabilecek türden fakat böyle bir cümleyle başlayan film için ne yazayım ben şimdi? 98/100

22 Ocak 2011 Cumartesi

Kısa.. Kısa... The Social Network,The Town,Rabbit Hole

The Social Network
http://cinemafanatic.files.wordpress.com/2010/10/the_social_network_andrew_garfield.jpg

Kuşkusuz bu yılın en çok konuşulan filmi, daha yapım aşamasındayken "facebook'un filmi çekilecekmiş muhabbetti" almış başını gidiyordu kamera arkasında günümüzün en yetenekli yönetmenlerinden david fincher'ın oturması senaryoyu ise aaron sorkin'in kaleme alması ise beklentileri daha da yükseltiyordu nihayetinde film görücüye çıktı hem eleştirmenler hemde izleyici filme gereken ilgiyi gösterdi ben bu ilginin biraz abartıldığı kanısındayım lakin sorkin ve fincher'in harkulade bir iş ortaya çıkardığı gerçeğini de gözardı edemem çok iyi bir film ama bu kadar ödül ilgi vs biraz fazla..
not : andrew garfield bu çocuğa dikkat!daha adını çok duyacağız çünkü..
88/100

The Town
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhBfh88zu0TEskrduSlIdYFRWU98UDrn2M7hCypWPLaBPQMqLPn033MN34mI2_WT7yNQT-ESa3z7OUv7H6nFn4tpHnvf77c7RlLKgY3vXY6PN4uhnq4H4-XqFP81Zok-YsiIZg3zMxBTjg/s1600/The-Town-Jeremy-Renner-Foto-dal-film-19.jpg

Ben Affleck'in ikinci yönetmenlik denemesi.. İlk filmi olan gone baby gone la gayet umut vaad eden bir yönetmen olduğunu kanıtlamıştı ikinci filmiylede bunu sürdürmeye devam ediyor gayet yerinde bir cast seçimi,yerinde bir aksiyonu olan kurgusu başarılı bu yılın kayde değer filmlerinden birini çıkarmış affleck..Yalnız yönetmen olarak ne kadar başarılıysa aktör olarak o kadar zayıf belki sadece ben öyle hissediyorumdur ama Ben Affleck cidden başarılı bir oyuncu değil the town!u izlerken açıkçasını bunu bir kez daha hissettim kariyerine yönetmen olarak devam etse sanırım daha hayırlı olur...
not:jeremy renner'in performansı görülmeye değer,ilk iki filmini göze alırsak ben affleck'in şuç dünyasına olan ilgisini daha çok perdede göreceğiz sanırım..
76/100

Rabbit Hole

http://www.fadedyouthblog.com/wp-content/uploads/2009/08/rabbithole-eckhart-kidman.jpg

Ve Nicole Kidman sahalara döner..00-04 evresi arasında her daim ödüllük performanslar veren ve bağımsız projelere cesurca imza atmaktan çekinmeyen Nicole Kidman'a takdir edersiniz ki son 2-3 yıl içerisinde bir haller olmuştu The invision , Golden Compass gibi büyük bütçeli ama izleyici için hayal kırıklığı yaratan projelerin içerinde yer aldı her ne kadar yapım aşamasında heycanlandıran Australia yada Nine gibi filmlerde olmayı seçsede bu filmlerde görücüye çıktıktan sonra çokta umulanı verememişlerdi..Kidman bu sene yapımcılığınıda üstlendiği Rabbit Hole filmliyle yeniden perdede bu küçük bütçeli film bu yılın bana göre en depresif işlerinden biri Kidman başta olmak üzere tüm kadro gayet iyi performanslar ortaya çıkarmış vakit bulunursa kaçırılmamalı..
79/100

22 Aralık 2010 Çarşamba

Black Swan (2010)

http://moviebuzzers.com/wp-content/uploads/2010/08/black-swan-poster-2010.jpg



Tekrardan meraba ! uzun zamandır ne bloguma uğrayabiliyor nede film izliyip yazmaya vakit bulabiliyordum ama makus talihimi yendim ve çok güzel bir film izleyerek geri döndüm!
Darren Aronofsky'ın son baş yaptı Black Swan'ı an itibariyle izlemiş bulunuyorum.Açıkçası bu yılın benim için en merakla beklenen filmlerinden biriydi.Venedik film festivalinde görücüye çıktığı zamandan bu yanada zaten sinema dünyasınında dilinden düşmüyordu.Her şey bir yana Aronofsky benim için çok önemli bir yönetmen Pi,Requiem For A dream ve The Wresler oldukça sevdiğim filmlerdi hattı Requiem for A dream'in modern bir baş yapıt olduğu kanımca su götürmez bir gerçek yine Pi de benim için çok önemli filmlerdendir.



Black Swan'a gelirsek Darren Aronofsky bu sağlam filmografisine yine harika bir başyapıt eklemiş.Black Swan size izlediğiniz çeşitli filmleri verdiği duyguları bir bir hatırlatan ama bütünüyle apayrı bir yere koyabileceğiniz bir film bunu biraz açarsak aslında içinde All About Eve de var The Red Shoes da hatta bana Fight Club'ı bile anımsattı (tamam abartmaya lüzüm yok :))..

http://www.bscreview.com/wp-content/uploads/2010/08/natalie-portman-black-swan.jpg

Nina Sayers New York bale topluluğunun genç ve yetenekli balerinlerinden biri, işi konusunda çok hırslı ve kusursuz olmak istiyor bunun içinde çok çalışıyor.Bu hırs ve idealizmde Nina'nın annesi Erica'nın da etkisi büyük eski bir balerin olan Erica bir anlamda yapamadığı şeyleri Nina'da görmek istiyor bu durum Nina'ya bir sorumluluk duygusuda yüklüyor.Bu süreç içerisinde topluluğun sanat yönetmeni Thomas Leroy bu sene meşur kuğu gölü balesini sunacaklarını açıklıyor topluluğun deneyimli balerini Beth'in de oyunda yer almayacak olması Nina'da kuğu kraliçesi rolünü oynaması tutkusunu daha da pekinleştiriyor.Zaten filmimizde tam olarak bu noktada başlıyor..


Konuyu çok fazla anlatıp izlememiş ve izleyecek olanların hevesini kaçırmak istemiyorum ama Black Swan bir dönüşüm hikayesinden çok daha fazlasını sunan bir film sadece beyazın-siyaha , iyinin kötüye yenilmesini değil hırsın başarma tutkusunun bazen insanlara neler yapabileceği mükemmel olmanın değil kendin gibi olmanın asıl olması gereken olduğunu ve bunun gibi bir çok şeyin üzerinde duran bir film ..

http://www.liveforfilms.com/wp-content/uploads/2010/07/black-swan-portman-kunis.jpg

Evet mükemmel olmaya çabalamak belkide okadar sağlıklı değil :) ama mükemmel olanı takdir etmemekte olmaz bu yüzden başta sevgili Natalieciğimiz olmak üzere bütün kadro harikalar.. Gerçekten söylenenlerin üzerine Natalie Portman kariyerinin belkide (belki fazla)e n iyi performansını veriyor mimikleri , rol için verdiği özveri herşeyiyle çok iyi zaten bu ödül sezonu adını oldukça duyacağız gönlüm Annette Bening'in heykeli alması gerektiğini söylesede oscar ödülllü Natalie Portman lafınında haksızlık olmayacağını düşünüyorum..

Mila Kunis,Barabara Hershey ve mükemmel fransız vincent abimizide unutmayalım hepsi çok başarılıydılar...
Rolü çok az olsa da Winona Ryder sen sinemayı hiç bırakma ölünceye kadar oyna ablacım .. Winona Forever :)

Bukadar laftan sonra diyeceğim Black Swan izlenmeyi bekliyor iyi seyirler...

91/100


kişisel not:fulya bu filmi senle tekrarda izleyebilirm...:)